Çocuklar Çocukluklarını Kaybetmesin
Günümüz çocukları…
Biz büyükler bazen onların şanslı olduklarını, bazen ise şanssız olduklarını söyleriz.
Bu günün çocukları şanslılar çünkü yeni kuşak anne babalar çocuklarına kendi çocukluklarından farklı davranmaktalar. İlişkileri daha çok çocuk merkezli yürümekte ve onların gelecekleri için aileler yoğun çaba harcamaktadırlar.
Peki şanssızlık bunun neresinde ?
Önce kendi hayatımıza bakalım, sabah erken saatlerde kalkıp hızla hazırlanıyor, kent trafiğinde işe yetişmeye çalışıyoruz. İş yoğunluğunu, kısıtlı sürede çok iş yetiştirme, verimli olma gibi hedeflerle geçiriyor, günlük mesaimizi tamamlayarak evlerimize dönüyoruz.
İş çıkışı yoğun trafik stresininin ardından eve dönüyor, derin bir nefes alıp bu seferde ev içi rutinleri yetiştirmeye başlıyoruz. Bu arada, kimi zaman kadınlar, kimi zaman erkekler mesailerini uzatarak evlerine daha geç geliyor ya da iş seyahatlerine çıkıyor. Bu tempo içinde bazen aileler günlerce birbirlerini görmeyebiliyor. İş yaşamı içinde sıkışan aile fertleri hem kendi ilişkilerinde hem çocuk ilişkilerinde zorluklar yaşamaya başlıyor. Bir yandan çocuklarına her türlü olanağı sağlamak isterken, diğer yandan onların üzerinde duygusal ve sosyal olarak varlık gösterdiği alanlar azalıyor. Çocuklar anne ve babalarını daha az görüyor, zaman sınırı olmadan daha fazla birlikte vakit geçirmek istiyor. Ailelerin ise çocuklarına ne ayıracak zamanları ne de sabırları var.
Çocukların temel olarak barınma, beslenme ve sağlıklarıyla ilgilenen aileler diğer tüm gereksinimleri okul aracılığıyla tamamlamaya çalıştıkları görülür. Okullar ise bu yeni yapıya ayak uydurarak akademik becerilerin yanında, yaşam becerilerini de kazandırma da erken yaşlardan itibaren etkin rol oynamaktadır. Öyle ki çocukları ebeveynlerinden daha iyi tanıyan öğretmenler zaman zaman çocuklarıyla sağlıklı ilişki kurabilmeleri için aileleri yönlendirmektedir.
Dolayısıyla zekaları parlak yeni kuşak çocuklar da tıpkı aileleri gibi sabah sekiz, akşam beş mesaisi yaparak, yaşam alanlarını okulda geçirmektedirler. Her zaman daha fazla başarıya odaklanan okul sistemi, kurallarla çocuklara keskin sınırlar oluşturmaktadırlar. Çocukların bir kısmı bu düzene uyarken bir kısım çocuk ise ciddi uyum zorlukları ve davranış bozuklukları yaşamaktadır. Özellikle enerjilerini atacak ortam bulamayan hareketli ve dinamik çocuklar “problemli çocuk“ olarak karşımıza çıkmaktadır. “Okul işcisi” görünümünde ki çocuklar okuldan eve döndüklerinde ise yine aileleriyle nitelikli vakit geçirmek yerine, verilen ödevlerle aile ilişkilerini sürdürmektedir. Kısacası ebeveyinler ve çocuklar evlerini otel gibi kullanmakta ve birbirleriyle kısa süreli vakit geçirmektedir.
Oysa bu çocukların tek istekleri doğal yapılarına ve gelişimlerine uygun yaşam olanaklarıdır. Burada ve şimdiyi yaşayan çocukları, gelecek kazançlar için yoksun bıraktığımızda başta duygusal ve sosyal sorunlarla başbaşa bırakmış oluyoruz.
Ebeveyn olarak büyük çaba ile hazırladığımız gelecekte belki başarılı ama mutsuz çocuklar olmamaları için onlara ayırdığımız zamana dikkat etmek ve daha yaşanabilir ortamlar sunmak bugün yapabileceğimiz en büyük görevdir.
Şimdi başta sorduğumuz soruya tekrar dönersek gerçekten çocuklarımıza çocukluklarını yaşatabiliyormuyuz ?